SENTETİZMİN SONU VE FITRAT !
Gönderen; Mehmet
Bukalemunları geçin biyol. Onların renk skalasında yeri yok. Onlar, ne beyaz ne siyah, ne koyu ne açık. Onlara yanardönerlik yakışır. Onlar alacakaranlığın çocuklarıdır. Karanlığın adamlarına gece, gündüzün yiğitlerine gündüz görünmek için. Girdikleri kabın rengini alırlar, çünkü fıtrat boyalarına ihanet etmiş, renksiz kalmışlardır. Boyaların hası, Allah’ın boyası. Allah’ın boyası “fıtrat”tır, yani insanın doğası. Fıtratın boyası doğal boyadır, o boyanın üzerine sürülen tüm boyalar sentetiktir, yâni sûnîdir. Doğal olan, aynı zamanda gerçek olan, hak olandır. Sentetik olansa batıl olandır. Doğal olan ışığa, sentetik olan karanlığa benzer. Birincisi öze sinmiştir, ikincisi kabukta kalmıştır.
Peygamberlerin ve onların getirdiği ilahi mesajın amacı insanın ve insanlığın doğal boyasını ortaya çıkarmaktır, fıtratları üzerine sürülmüş sentetik boyaları onlardan kazımaktır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, İslam öze yeni bir şey eklemek değil, özü kapatan, ona eklenmiş olan ziyadelikleri ayıklamaktır. Bu yüzdendir ki, müslüman oluş, bir “öze dönüş”ten başka birşey değildir. Ve müslümanın, kendisini belli etmek için sentetik boyalara, iğreti rozetlere, devşirme kimliklere, sümmettedarik nişan ve sembollere ihtiyacı yoktur. O, tabiî davranışlarıyla, çıkmaz ve solmaz rengiyle, tevhid ve adalet inancıyla, adil ve mutedil tavrıyla, özgün ve doğal rengiyle her yerde kendini belli eder. Hakk’ın fıtrat boyasıyla, batılın sentetik boyası arasındaki fark hemen farkedilir. Allah’ın insana verdiği renk, denizin, göğün, ormanın, yağız bir Arap atının, gülün ve yedi rengin tüylerinde cümbüş ettiği muhabbet kuşunun rengine benzer.
Doğal renkler fırçaladıkça, kamçıladıkça parlar, sentetik ve sahte renkler fırçaladıkça, kamçıladıkça dökülür. Bakınız etrafınıza, Allah yolunda çile çekenlere bakınız, onlara Allah’ın verdiği rengin üzerlerinde bu denli parlak durması bundandır. Fıtratı bozulmamış olanların geçici sapmaları, günahkarlıkları, tökezleme ve yalpalamaları, Allah’ın renginin üzerine boya sürmeye benzer. Bu tipleri, Allah bela ve mihnet fırçasıyla fırçalayınca altından doğal renkleri çıkar. Bu nedenle çekilen kimi dertler bir “arınma” ve saflaşmanın habercisi olurlar.
İçinden geçtiğimiz şu zor zamanlar, aslında rengini kaybetmiş kaç insanımızın doğal rengine dönmesine, kaç soluk renklinin renginin parlamasına, sentetik boyayla boyanmış kaç yitik kimlik ve kişiliğin kimliğini ve kişiliğini bulmasına vesile oldu, düşünsenize bir. Çekilen acılar, renklere vurulmuş fırça mesabesindedir. Bu nedenle, doğasına yabancılaşmamış olanların acıdan ve musibetten korkmasına gerek yok. Bir gülün rengini fırçalamakla sıyırabilir misiniz? Bir zümrütün yeşilini, bir yakutun alını, bir zafirin morunu kazıyarak çıkarabilir misiniz? Rengi doğal olan bir şeyi fırçalamak, kazımak, olsa olsa onun rengini daha da canlandırır ve parlatır. Acı ve çileden sentetikler korksun. Çünkü fırça, sentetiklerin boyasını döker ve altından doğal olan çıkar. Allah’ın verdiği renkle, başkalarının verdiği rengi şöyle de kıyaslayabilirsiniz: Referansı beşeri ve seküler olan ideolojiler, insanımızı alırlar, 10 yıl, 20 yıl, 30 yıl kafasını ve kalbini kendi sentetik boyalarıyla boyarlar. Fıtrat düşmanı sentetik ideolojiler daha çocuk yaşta eline aldığı yavruları, tüm öğretim süreci boyunca kendi sentetik boya kazanına kimbilir kaç kez daldırır ve çıkarırlar. Ancak, sonuç sentetikçiler açısından hiç de parlak değildir. Çünkü, onların 10, 20 hatta 30 yılda verdikleri renk, bir de bakmışsınız ki, kimi zaman bir sabah ezanıyla, bir yakın ölümüyle, birkaç çift sözle tiner dökülmüş yağlı boya gibi sıyrılıp çıkıvermiş, onların yıllar yılı uğraşarak verdikleri rengi, inanılmayacak kadar kısa sürede atıp kendi gerçek rengine, yani kimliğine dönmüş.
Ben inanıyorum ki, sentetizmin ölümü çok ani olacaktır. Sentetizmin ölümü, doğal olanın dirilmesi anlamına gelecektir. İmaj çağında yaşadığımızı hatırlatacak olanlara, tebessüm etme hakkımı kullanırım ve sözü O’na bırakırım:
“Allah’ın verdiği renk !.. Kim Allah’tan daha güzel renk verebilir ki ? İşte biz, (bu nedenle) yalnızca O’na kulluk ediyoruz.” (Bakara 138)
Mustafa İSLAMOĞLU