ANASAYFA

TASAVVUF

PORTRELER

ZİYARETCİLER

NAMAZ

ÖNCÜLER

EFENDİMİZ

MAKALELER

KADIN -AİLE

KUR`AN ve BİZ


   
  Kuran ve Biz - www.kuranvebiz.com
  Sünnet nedir 1
 

2) Sünnet/Hadis’in Bize Gelişindeki Râvî Sayısı İtibariyle: hadisler rivâyet bakımından üçe ayrılır. Mütevatir, meşhur ve âhad sünnet.

a. Mütevâtir: Yalan üzere birleşmeleri âdeten mümkün olmayan râviler topluluğunun, her nesilde kendileri gibi bir topluluktan alıp naklettiği, görme ve işitmeye dayanan hadistir.[27] Bu tariften de anlaşılacağı üzere mütevâtir haberin taşıdığı şartlar şöyledir: Kalabalık bir cemaat tarafından nakledilmelidir.Bu kalabalığın kasıtlı veya kasıtsız yalan üzere bir­leşmeleri mümkün olmamalıdır. Bu kalabalığın sayısında herhangi bir nesilde azalma olmamalıdır. Fakat kalabalığın artışı haberin doğruluğunu teyid eder. Haber,  menşeinde onu nakledenlerin görme ve işitme fiillerine dayanmalıdır.Bu şartlar bir araya geldiği zaman haber, zarurî ilim ifade eder. Yani onu işiten için red ve inkarı mümkün olmayan, aksine tasdik ve kabulü zorunlu bir bilgi hâsıl olur. Bu bilgi dine taalluk eden bir bilgi olduğu zaman, ona inanmayı, amele taalluk ediyorsa onunla amel etmeyi gerektirir.[28]

Mütevâtir hadis iki şekilde ele alınmıştır:

Lafzî Mütevâtir: Senedin başından sonuna kadar, hadisin metninin aynı lafızlarla rivayet edilmesidir. Meselâ; "Kim bilerek bana yalan söz isnat ederse, cehennemdeki yerini hazırlasın"[29] hadisi, tevatür derecesinde kalabalık bir sahabe topluluğunca aynı lafızlarla rivayet edilmiştir.

Ma'nen Mütevâtir: Lafızları az çok birbirinden farklı olmak üzere manası tevatür yoluyla rivayet edilen hadise denir. Ma'nen mütevâtir hadis, kimsenin inkar edemeyeceği kadar çoktur. Dua sırasında ellerin kaldırılması bu çeşit mütevatire örnek gösterilebilir. Çünkü Hz. Peygamber'in dua sırasında ellerini kaldırdığına dair yüz kadar hadis rivayet edilmiştir. Fakat bunlar değişik olaylarla ilgili, değişik şekillerde ve farklı ifadelerle nakledilmiştir. Belki her olay hakkında lafzî tevatür gerçekleşmemiştir, fakat bütün rivayetlerin birleştiği ortak anlam, dua sırasında ellerin kaldırılmış olmasıdır.

Mütevatir sünnetin hükmü, Hz. Peygamber'e nisbetinin kesin oluşudur. Buna göre, mütevatir sünnetle amel etmek farz olup, onu inkâr eden dinden çıkar. Bu çeşit hadislerin delâleti zannî olmadıkça, ortaya koyduğu hüküm kesinlik ifade eder. Mütevatir hadisler, delil olma bakımından Kur'ân'a yakın kuvvettedir.

b. Meşhur: Genellikle hanefî alimlerince kullanılan meşhur sünnet; Hz. Peygamber'den bir veya iki yahut tevatür sayısına ulaşmamış sayıda sahabi tarafından rivayet edilmişken, Tâbiün veya Etbâu't-tâbün devirlerinde tevatür sayısındaki ravilerce nakledilen sünnet/hadis’tir. Mest üzerine mesh verme hadisi, müt'anın haram kılınışı ile ilgili hadis, kadının halası ve teyzesi üzerine nikahının haramlığını bildiren hadis, meşhur hadislerin örneklerindendir.[30]

Mütevatir ve meşhur sünnet arasındaki fark şudur; birincide her üç tabaka ravileri tevatür sayısında iken, meşhur sünnette, sahabeden olan raviler tevatür derecesine ulaşmamıştır. Buna göre mütevatir hadisin Hz. Peygamber'e nisbeti kesin iken meşhur hadisin, Hz. Peygamberden rivayet eden sahabiye nisbeti kesin olmakla birlikte, Hz. Peygamber'e nisbeti kesinlik taşımaz. Meşhur sünnetin hükmü, kesine yakın bir bilgi vermesidir.

c. Âhad (Haber-i Vâhidler): Tevatür sıfatı eksik olan ve zarurî bilgiyi gerekli kılmayan haberdir. Bunlar, Hz. Peygamber'den bir, iki veya daha fazla sahabi tarafından rivayet edilen ve meşhur hadisin şartlarını taşımayan hadislerdir. Âhad hadisi bir kişiden yine bir kişi rivayet etmiş olup, bize kadar ulaşan senedindeki kişiler hiçbir zaman tevatür sayısına ulaşmamıştır. Hadis kitaplarında toplanmış bulunan hadislerin çoğu bu kısma ait olup, bunlara tek kişinin haberi anlamında "haber-i vâhid" veya birer kişilerin haberi anlamında "âhad haber" denir.

Ahad sünnet kesin bilgi ifade etmez, zanlı bilgi verir. Çünkü bunların Hz. Peygamber'e ulaştığında şüphe vardır. Bu yüzden inançla ilgili konularda âhad habere dayanılmaz. Ancak belirli şartları taşıyan âhad haberler amel konularında delil olarak kabul edilir. Hadis kitaplarımızı dolduran hadislerin hemen hemen hepsi bu anlamda âhad hadislerdir. Âhâd haberlerin zarurî ilim ifade edip etmemesi ihtilâ­fına bağlı olarak bu çeşit haberlerin dini konularda delil olması, bir başka deyişle âhâd haberlerle amel edilip edilmeye­ceği konusunda ihtilaf vardır.[31]

3. Sıhhat Ve Hüküm İtibariyle:Bu taksimin altına Âhad ve meşhur hadis grubu girmektedir. Bunlar da genel olarak üçe ayrılır:

a. Sahih Hadis: Şöyle tarif edilmiştir: Şâzz ve muallel olmayarak isnadı Hz. Peygamber'e veya sahabeden birine yahut daha sonrakilerden birine varıncaya kadar adalet ve zabt sahibi kimselerin, yine kendileri gibi adalet ve zabt sa­hibi kimselerden muttasıl senedlerle rivayet ettikleri hadistir.[32] Hadisçiler, hadis ehlinden ka­bul edilen fukaha ve usûlcüler sahih hadisin hüccet (delil) olduğu ve onunla amel etmenin vacip olduğu konusunda icmâ etmişlerdir.

b. Hasen Hadis: Şâzz ve illetten salim olarak zabtı mü­kemmel olmayan râviler tarafından rivayet edilen hadistir. Bütün fakihlere göre kendi­siyle amel edilmesi ve ihticâcı konusunda makbuldür.

c. Zayıf Hadis: Makbul hadis şartlarını taşımayan ha­dise zayıf hadis denir. Makbul hadisin şartları ise sahih ve hasen hadisin taşıdığı şartlardır. Bunlar: Râvînin adaleti, Ra­vinin zabtı, senedin ittisali (kesintisiz oluşu), şâzz olmaması, gizli bir illetle ma'lül olmaması ve hadisin başka bir yönden rivayet edilerek desteklenmiş olması. Bu şartları taşı­mayan hadis zayıf hadistir. Zayıf hadisle amel konusunda en çok tercih edilen görüş şudur; akait ve ahkâma ait olmaksızın va’z, amellerin fazileti, kıssa gibi konularda şartlı olarak zayıf hadisle amel edilebilir.[33]

4. Hadisi Söyleyeni İtibariyle: Bundan maksad, hadisin söylendiği kaynak açısından yapılan taksimdir. Buna göre ikiye ayrılır:

a. Kudsi Hadis: Hz. Peygamber'in söz olarak Rabbına izafe veya Rabbından rivayet ettiği hadislere hadis-i kudsî, hadis-i ilâhî veya hadis-i Rabbânî denilmiştir. Bu çeşit hadis­lere kudsiyetin izafe edilmesi onların Allah Teâlâ'dan sadır olması yönündendir. Yani bunların menşei Allah Teâlâ’dır. Kudsi hadislerin, bir taraftan ilk kaynak olarak Allah Teâlâ'ya izafe edilmesi, diğer taraftan Hz. Peygamber'in hadisleri arasında ve hadis lafzıyla zikredilmesi, bunların bazı yönlerinden Hz. Peygamber'in hadislerine benzerliğini ortaya koymaktadır. Zira Kur'ân-ı Kerim Allah kelâmı olup Hz. Peygambere vahyolunmuştur; kudsî hadislerin de ilk kaynağı Allah Teâlâ olduğuna ve Hz. Peygamber tarafından ondan rivayet edildiğine göre, bunlar da vahiydir. Binaenaleyh, vahiy olmak bakımından Kur'ân-ı Kerim'le hadis-i kudsî arasında herhangi bir fark mevcut değildir. Bununla beraber Kudsî hadisler Kur'an'dan sayılmazlar.[34]

b. Merfû Hadis: Özellikle Hz. Peygamber'e isnad edi­len söz fiil ve takrirlerden -ister munkatı isnadla isterse muttasıl isnadla rivayet edilmiş olsun- bütün hadislere Merfû hadis denir. Bu söz, fiil ve takrirler, ya açık bir ifade ile Hazreti Peygambere isnad edilirler; yahutta bunlar Hazreti Peygambere açık bir şekilde isnad edilmemiş olsalar bile, onların, Hazreti Peygamberin söz, fiil ve takrirleri olduklarına hükmetmekte herhangi bir güçlük çekilmez.[35]

Bütün bu sünnet taksimleri -yer darlığından alamadıklarımız dahil-, sünnet olarak bilinen Hz. Peygamber'e ait bir davranışın hangi kategoriye girdiğini tesbit etmek, Hz. Peygamber'den sâdır olan her şeyin sünnet olup olmadığını, bağlayıcılık vasfının bulunup bulunmadı­ğını belirlemek için yapılan gayretlerdir. Ancak şurası bir gerçek ki Hz. Peygamber (s.a.) Kur'an'ın ifadesiyle "en güzel örnek olma vasfını hayatı boyunca bizzat göstermiştir.

SÜNNET’İN KAYNAĞI VE TEMELLENDİRİLMESİ

Geçmişten günümüze üzerinde tartışılan konulardan biri Sünnet'in kaynağı meselesidir. Bu tartışma, Sünnet denilince Hz. Peygamber (s.a.)'e izafe edilen veya Hz. Peygam­ber (s.a.)'den sâdır olan söz, fiil ve takrirler olarak anlaşılan sünnet tarifi çerçevesindedir. Sahabe hatta bazılarına göre tabiin söz, fiil ve takrirleri buna dahil değildir. Çünkü tartış­manın konusu, Hz. Peygamber (s.a.)'in sünnetinin kayna­ğının niteliğiyle ilgilidir. Sünnet, vahy mahsûlü müdür, vahy mahsûlü değil midir? konusudur.[36] Günümüzde sıkça tartışılan bu konu üzerinde kısaca durmak istiyoruz.

Yüce kitabımız Kur’an-ı kerim’in açıklamalarına göre, Hz. Peygamber son nebidir ve son Resuldür,[37] ancak ilk peygamber değildir.[38] Allahu teala ondan önce peygamberler göndermiş ve bütün peygamberler vahiy adını verdiği bir iletişim aracı ile gerekli gördüğü bilgileri iletmiştir. Hz. Peygamber’in  Allah’tan vahiy yoluyla aldığı bilgilerin Kurandan ibaret olmadığı hem ilgili ayetlerden[39] hem de ona yüklenen vazifelerden ve bahşedilen vasıflardan anlaşılmaktadır. O’nu diğer insanlardan ayıran özellik vahye mahzar olmasıdır. [40]Ancak bu onun yegane özelliği değildir. Hem vahiy alabilmek için O’nun daha bir çok üstün vasıf ve özellikler bezenmesi şanına uygun bir terbiye alması gerekmiş, bunlar da bizzat Allahu tealanın lütfu ile gerçekleşmiştir.O alemlere rahmettir.[41] İnsanlar şahit müjdeleyici, uyarıcı Allah’ çağıran, davetçi ve çevresine ışık saçan kandil olarak gönderilmiştir.[42]

İlâhî vahyin beşer olarak ilk muhatapları olan peygamberlerin Allah Teâlâ tarafından bilgilendirilmesi nübüvvetin bir gereğidir. Peygamberlerin bilgilendirilmesinin en belirgin vasıtası kendilerine vahiy gelmesidir. Dini tebliğ ederek onu insanlara öğretip aynı zamanda onları eğitecek kişi olan peygamberin, önce kendisinin eğitim ve öğretime tâbi tutulması gerekmektedir.

Rasulullah (s.a.v.)’ı  tebliğ ettiği Kur’an’dan ayırmak mümkün değildir. Hz. Peygamber Kur’an-ı tebliğ etmenin yanında- Rabbimizin O’na verdiği yetkiyle-[43] onu beyan etmiş, öğretmiş, kendisine havale edilen boşlukları doldurmuş onu yaşanan İslam olarak hayata geçirmiştir. Bu itibarla hz. Peygamber’in gerek hayatının gerekse sünnetinin özelde Müslümanlar, genelde de bütün insanlık için önemli bir yeri vardır. Din sürecini son kemal halkasını oluşturan, yıldızlar nisbetle güneşin doğuşu gibi kendisinden öncekileri hükümsüz kılan Yüce Kur’an’a ulaşmanın tek yolu Resulullah(s.a.v.)’tır.

İslam alimleri Kur’an'a “vahyi metluv(okunan vahy)”, sünnete de “vahyi gayri metluv(okunmayan vahiy)” ismini vermişlerdir.[44] Bununla da sünnetin vahiy olduğunu ima etmişlerdir.   Günümüz alimlerinden    Muhammed Hamidullah şöyle demektedir: Vahiy, bizzat Resulüllah Muhammed (s.a.v.) tarafından gayet açık bir şekilde iki sınıfa ayrılmış bulunmaktadır. Bazı durumlarda O: “Bu Allah’ın katındadır; onu yazı ile tespit edin, ezberleyin ve namazlarınızın belli yerlerinde tilâvet edin” diyor. İşte bu işaret ettiği şey, Kur’an-ı Kerim çerçevesine girer.  Diğer bazı durumlarda ise O: “Bunu şöyle yapın” diyor ve hatta bazen hiçbir söz (hadis) sarfetmeksizin sadece belli bir şekilde hareket edip işliyordu ve bütün bu gibi durumlarda yazı ile tespit emrini vermiyordu. İşte bu halde karşımıza vahy-i metluv ile vahy-i gayri metluv farkı çıkar; bu ikinci sınıfa girenler, umumiyetle Hz. Peygamber’in “hareket”, “iş” ve “tutumları”na dair anlatılanlar hadis yahut bundan farklı bir mana taşımayan sünnet şeklinde adlandırılır.[45] Kuran’a nazaran Peygamber, her ne söylediyse vahiy üzerine söyledi. Bununla beraber bütün söylediklerinin namazlarda okunmasını emretmedi.Buradan, ‘tilavet edilmiş, okunmuş’ vahy ile ‘tilavet edilmemiş’vahy arasındaki fark anlaşılır.[46]

Bütün bunlardan sonra şöyle bir tespitte bulunmak mümkündür: Dinin tebliği sadece Kur'ân-ı Kerîm vasıtasıyla yapılmamış; Allah Teâlâ, pek çok ayrı yolla peygamberine dini bildirmiştir. Dolayısıyla sünnet vahiy kaynaklıdır ve vahyin onayından geçmiştir. Diğer yandan bir dinin sadece kutsal kitap ile duyurulacağına dair bir delil bulunmamaktadır. Aynı şekilde Kur'ân-ı Kerîm'in de bütünüyle bir kerede nâzil olmayışı, dinin tamamlanmadığı şeklinde anlaşılmadığı gibi, eksiklik olarak da görülmemiş ve Müslümanlar Rasûlullah'ın bütün bildirdiklerine Kur'ân ve Sünnet ayırımı yapmadan uymuşlardır.

En son olarak  şunu ifade edelim ki; Sünnetin kaynağı ile ilgili naklettiklerimizden, tüm hadis külliyatının vahiy olduğunu savunduğumuz  sonucu çıkarılmamalıdır. Bu husustaki tercih ettiğimiz görüş, çağımızın büyük alimlerinden Seyyid Ebu'l A'la Mevdudi’nin görüşüdür. Mevdudi “O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir. “[47] ayetlerini tefsir ederken şöyle der:Bu bağlamda şöyle bir soru yöneltilebilir: "Hz. Peygamber'in (s.a) tüm sözleri Allah katından mıdır? Değilse şayet, Hz. Peygamber'in (s.a) sözlerinden hangisi kendisine ait, hangisi Allah'ın vahyidir?" Böyle bir sorunun cevabını şu şekilde verebiliriz: Kur'an kesinlikle bir vahiydir ve içindeki tüm sözler istisnasız Allah'a aittir. Hz. Peygamber'in (s.a) kendi sözleri ise üç kategoriye ayrılabilir:
1) Hz. Peygamber'in (s.a) İslâm'ı tebliğ, Kur'an'ı beyan ve izah niteliği taşıyan sözlerinin tümünün vahy kaynaklı olduğuna şüphe yoktur. Maazallah bunlar hevasından uydurduğu düşünceler değildi.Bir bakıma Hz. Peygamber, (s.a) Allah'ın tayin ettiği resmi bir sözcüydü. Bu tür vahy, kelimesi kelimesine Kur'an gibi nazil olmuş değilse bile, Hz. Peygamber'in (s.a) söylediği bu sözler yine de vahy ilmine dayanmaktadır. Ancak Kur'an ve Hz. Peygamber'in (s.a) sözleri arasındaki fark, Kur'an'ın anlamıyla birlikte kelimelerinin de Allah tarafından nazil olması, buna karşılık Hz. Peygamber'in (s.a) izah niteliğindeki sözlerinin, Allah tarafından öğretilmiş olmasına rağmen, kelimelerinin kendisine ait olmasıdır. Bu bakımdan, Kur'an'a, "Vahyi Celî"
[48] Hz. Peygamber'in (s.a) bu tür sözlerine de "Vahyi Hafî"[49] denilir.
2) Hz. Peygamber'in (s.a) Müslümanların lideri olması münasebetiyle Allah'ın kelimesini yüceltmek ve dini ikame etmek için mücadele ederken muhtelif zamanlarda verdiği emirleri kapsayan sözleri. Bu mücadele boyunca Hz. Peygamber, (s.a) zaman zaman sahabeyle istişarede bulunmuştur. Bu istişareler sonunda O, bazen kendi reyinden vazgeçip, sahabelerin reyini kabul etmiştir. Bazan de sahabeler "Bu sizin kendi sözünüz mü yoksa Allah'ın vahyi midir?" diye sormuşlar, O da "Benim sözümdür." karşılığını vermiştir. Bazen Hz. Peygamber (s.a.) içtihat edip, bu doğrultuda emir verdikten hemen sonra, Allah Teâlâ, Onun buyruğunun aksini bildiren ayetler inzal etmiş ve bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) yanlış olan içtihadını düzeltmiştir. Buraya kadar anlatılanlardan anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber'in (s.a.) sözleri hevasından olmayıp, Allah'ın teyid etmesiyle kesinlik kazanmıştır. "Hz. Peygamber'in (s.a.) her söylediği vahiy midir?" sorusuna gelince, Onun bir insan olması hasebiyle söylediği sözler, sahabeleriyle istişare ederek aldığı kararlar veya Allah'ın aksini emrettiği konulardaki içtihatları vahiy değildir. Fakat bunların dışında söylediği sözler "vahyi hafî" grubuna girer.
İslâm hareketinin önderliğine, Müslümanların emirliğine, İslâm devletinin başkanlığına kendiliğinden tayin olmadığı gibi, Onu halk da seçmemiştir. Bu mevkiler O'na Allah tarafından verilmiş ve O da bu mevkilerdeki yetkisini Allah'ın emriyle kullanmıştır. Hz. Peygamber'in (s.a.) kendi içtihatlarına dayalı icraatı da Allah tarafından teyit edilmiştir. Yani Onun görüşleri, Allah'ın kendisine verdiği ilme dayanmaktadır. Ancak yanıldığında Allah Teâlâ hemen Onun sözkonusu yanlışlığını "Vahyî Celî" ile düzeltmiştir. Bundan, Rasûlullah'ın (s.a) kendiliğinden yaptığı içtihatların Allah'ın rızasına muvafık olduğu anlaşılıyor. Çünkü böyle olmasaydı, muhakkak Allah kendisini ikaz ederdi.
3) Hz. Peygamber'in (s.a) bir insan olması hasebiyle, peygamberlikten önce ya da sonra, Nübüvvet ile ilgili olmayan sözleri. Bu bağlamda öncelikle bilinmesi gereken husus, kafirlerin, Rasûlullah'ın bu tür sözleriyle ilgili itirazlarının bulunmayışıdır. Onlar Hz. Peygamber'i, yukarıdaki iki kategoriye giren sözlerinden ötürü, dalaletle suçluyorlardı. Dolayısıyla sözkonusu ayette Hz. Peygamber'in (s.a.) Nübüvvet ile ilgisi bulunmayan sözleri kastedilmemektedir. Ancak yine de belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber'in (s.a.) bu tür sözleri bile hak ve doğruluğun dışında başka bir şey ifade etmez. Çünkü Allah, Onu takva timsali bir peygamber olarak göndermiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber'in (s.a.) her sözü vahyin nuruyla aydınlanmıştır. Nitekim Ebu Hureyre'nin rivayetine göre, Rasûlullah (s.a) "Ben Hak'tan başka hiç bir şey söylemem" dediğinde ashabtan biri "Ya Rasûlallah ama siz bazen bizlerle şakalaşıyorsunuz" diye sorunca O, "Ben gerçekten de Hak'tan başka bir şey söylemem" demiştir. (Müsned-i Ahmed, Ebu Davud) Amr b. el-As'ın oğlu Abdullah şunları anlatıyor: "Ben Hz. Peygamber'in (s.a.) ağzından çıkan her sözü yazıyordum. Bunun üzerine bazı kimseler bana, "Sen Rasûlullah'ın (s.a) söylediği her sözü yazıyorsun. Oysa O, bazan kızgın bir halde de konuşur" deyince, ben de yazmaktan vazgeçtim. Bir defasında da bu hususu Rasûlullah'a arzettim. Bunun üzerine O, "Sen yaz. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, benim ağzımdan Hak'tan başka birşey çıkmaz" dedi.”
[50]

Bu yazımızı Hz.Muhammed efendimizin şu hadisleriyle bitirmek istiyorum: ”Ümmetimden Kıyamete kadar hak üzere sebat eden ve mu­halefet edenlerin kendilerine zarar veremeyeceği bir grup daima var olacaktır.[51]Bu ilmi, her kuşağın adil olanları devralacaktır. Bunlar, aşırıların tahrifatını, batıl ehlinin ona sızarak yapacağı tahribi ve cahil kimselerin te­villerini ondan uzak tutarlar”[52]

Rabbim, bizleri aşırıların tahrifatını, batıl ehlinin ona sızarak yapacağı tahribi ve cahil kimselerin te­villerini ondan uzak tutan adaletli salihler zümresine ilhak eylesin.


__________________________________

[27]Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Usulü,s.15 ve devamı,Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,Ankara-1998. Dr. Subhi es-Sâlih, Hadis İlimleri ve Hadîs Istılahları,s.155, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.

[28] Ali Çelik,a.g.e.,s.77,

[29] Buhârî, İlim: 38; Müslim, Zühd: 72.

[30] Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife'nin Hadis Anlayışı Ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu,s.131,

[31] Bu konuda yapılan bir çalışma için bak: Prof.Dr. Ali Osman Koçkuzu, Rivayet ilimlerinde Haber-i Vahitlerin itikat ve Teşri Yönlerinden Değeri,Ankara, 1988.

[32] İbn Kesir, İhtisaru Ulumil-Hadîs, thk, Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut 1951, s. 21.

[33] Leknevi, el-Ecvibetü’l-fadıle, s.58; İsmail Lütfi Çakan, Hadis Usulü, s.146-7,

[34] Muhammed Ebû Zehv, a.g.e., s.37-8

[35] Geniş bilgi için bak: Prof. Dr. Talat Koçyiğit, Hadis Usulü,s.160

[36] Bu konuda geniş bilgi için bak: Mustafa Genç, Sünnet-Vahiy İlişkisi, Kitabi Yayınları,İstanbul-2009.

[37] Ahzab 33/40, Maide 5/3

[38] Yusuf 12/109

[39] Şura 42/51, Enam 6/50, Yunus !0/15

[40] Kehf 18/110

[41] Enbiya 21/107

[42] Ahzab 33/45-46

[43] Nahl 16/44

[44] Hasan Karakaya,Fıkıh Usûlü,s.74,Buruc Yayınları,İstanbul-1998; Muhammed Salih Ekinci, Hüccet Değeri ve Tedvin Açısından Sünnet,s.143,Rağbet Yayınları,İstanbul-2004, İbn Hazm, İhkâm fi-Usuli’l-Ahkâm, I/95, 1. baskı,Beyrut,1985; Mevdudî, Sünnetin Anayasal Niteliği, s. 94, (çev. N. Ahmet Asrar), İstanbul, 1997, İzmiri, Muhammed Fadıl, Mir’atu’l  Usul Haşiyesi, Bosnalı Hacı Muharrem efendi    Mat.s. 197

[45] Muhammed Hamidullah, Kur’an-ı Kerim Tarihi,s.16 (Türkçesi: Salih Tuğ) ,İstanbul 1993

[46] Muhammed Hamidullah, Muslim Conduct Of State (terc., İslamda Devlet İdaresi, s.16,İstanbul-1963

[47] Necm 3-4

[48] Vahyi Celî:Açık vahiy yani Kur’anda bulunup, tilavet edilen vahiy

[49] Vahyi Hafî:Gizli vahiy yani Kur’anda bulunmayan, vahy-i gayri metluv denilen vahiy

[50] Ebû Dâvûd, Kit. İlim, hn: 3646 Darinıi; Kit. Mukaddime bab: 13; Müsned İmam Ahmed c. II. sh. 162, 192. Mevdudi, Tefhimul Kur’an,c.6,s. Mevdudi’nin Sünnet anlayışı hakkında  Yrd.Doç.Dr Yavuz KÖKTAŞ’ın Mevdudi’nin Hadisle İlgili Görüşleri Ve Hadis Tahlilleri Üzerine (sakarya üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi 8 / 2003) makalesi okunmaya değerdir.

[51] Müslim, İmâre, 53, hadis nr: 4927-4935

[52] Hadisi İbnu'l-Kayyim, Miftâhu Dârî's-Seade, c. 1, s. 163-4 (Beyrut, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye baskısı)'de zikretmiş, çeşitli isnâdlardan geldi­ği için onu kuvvetli görmüştür. Aynı şekilde Ibnu'l-Vezir de “Bu, İbni Abdilberr'in sahih ola­rak nitelediği meşhur bir hadistir. Ahmed b. Hanbel'in bu hadis sahihtir, de­diği de rivayet edilir.” diyerek hadisin sahih olduğunu ifade etmiştir.


 





Buhari kimin eseridir ?

 
  Bugün toplam 35 ziyaretçimiz var  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden