ANASAYFA

TASAVVUF

PORTRELER

ZİYARETCİLER

NAMAZ

ÖNCÜLER

EFENDİMİZ

MAKALELER

KADIN -AİLE

KUR`AN ve BİZ


   
  Kuran ve Biz - www.kuranvebiz.com
  Gayri metluv vahiy 2
 

Allahu Tealanın Peygamberini düzeltmesi yine Kur'an'da yer almıştır.

Bu şekilde düzeltmesine örnek olarak Tabük seferine katılmak istemeyen münafıklara izin vermesi (9/43);

Bedir esirierinden fidye alınması (8/67-68);

Rasulullah'ın eşlerinden gördüğü bir muamele sonucunda helal bir şeyi kendisine haram kılması (66/1);

Hz. Zeyneb'in Zeyd'den boşanmasından sonra onu nikahlamayı düşündüğü halde Hz. Peygamber'in, insanların levminden çekinerek açığa vurmaması (33/37);

A'ma bir kişinin gelmesine yüzünü ekşitmesi (80/1-10) gibi olayları gösterebiliriz.

Bütün bu olaylarda, bilahare ikaz edici olarak gelen Kur'an ayetlerinin üslubuna baktığımızda görüyoruz ki, Hz. Peygamber, sadece kendisine gelen Kur'an vahyine sahipti. O'nun da her insan gibi toplumsal, siyasi, askeri v.b. ilişkilerden edindiği birtakım tecrübeleri vardı. Toplumun örfünden tamamen soyutlanmış değildi. Örfün, şeriatla çatışmayan kısmını almakta beis görmüyordu. Vahiyden kazandığı nebevî kişilik ile bu tür tecrübeleri mezcettiği zaman elbette doğru kararlar verebilirdi. Yanlış kararları ise vahiy ile düzeltiliyordu.

Eğer ki Kur'an dışında bir ikinci vahiyle yönlendirilmiş olsaydı, yukarıda verdiğimiz örneklerde Allahu Teala vahiyle yönlendirdiği kulunu tekrar vahiyle düzeltmiş olurdu. Daha doğrusu, azarlamış, yerine göre sert ikazlarla tekdir etmiş olurdu ki böyle bir çelişkiyi Allah adına düşünmek bile mümkün değildir. Allah her türlü noksan sıfatlardan beridir.

III- Öte yandan Allah Rasulü, örnek edinmemiz gereken, dini kendisi gibi yaşamamız gereken bir kişiliktir. O'nda bizim için üsve-i hasene vardır. Biz sünneti de böyle anlıyoruz. Yani Rasulullah'ı Kur'an'ın pratiği, bir yaşayan Kur'an olarak değerlendiriyoruz. Fakat, kendisi Kur'an'ın dışında ikinci bir tür vahiyle sürekli kontrol edilen, desteklenen, yöneltilip/yönlendirilen bir Elçi'nin, nasıl "bizim gibi bir beşer" (18/110; 17/93) olduğu ve bizim O'nu nasıl örnek edinebileceğimiz sorusu, doğrusu sorulmaya değer bir sorudur. Kur'an hükümlerinden bizim de kendisi gibi sorumlu olduğumuz bir Elçi, bizden. hiçbir zaman gideremeyeceğimiz bir farkla avantajlı olursa, onu taklit etmemiz nasıl mümkün olabilir? Bu, peşin peşin Rabbimize karşı birtakım verili mazeretlerimizin bulunması anlamına gelir herhalde.

Çok iyi biliyoruz ki Hz. Peygamber de, "kendîsine vahyolunana uyduğunu" (10/15) duyuruyor. Biz de O'nun örnekliği eşliğinde O'na vahyolunana uymak durumundayız.

İsra suresinin 73-75. ayetlerinde hem Rasulullah'a vahyedilen vahyin bir tek (Kur'an) olduğu vurgulanmakta; hem de, O'nun müşriklerin telkininden neredeyse etkilenmek üzere olduğuna dikkat çekilerek, bir beşer olarak zaaflarının da bulunduğuna işaret edilmektedir. Ama Allah O'nu sebatkar kılmıştır da böylece sözkonusu tehlikeden kurtulmuştur.

IV- Peygamber bir postacı olmadığı gibi, bir makina da değildir. Kamuoyunda "mealci" olarak bilinen bir ekolün Peygamberi bir postacı olarak görmelerini şiddetle eleştiren bazı kişilerin, vahyi gayri metlüv varsayımını kesin bir inançla kabullenmeleri, peygamberi postacıdan da öte bir makina, bir robot seviyesine indirgemek değil de nedir? Zira, eşine söyleyeceği "karnım aç" sözünden tütün da, bir krala göndereceği davet mektubuna varıncaya kadar, hemen her sözü ve her davranışı vahye dayanan bir peygambere "postacı" konumu bile yakıştırılamaz. Halbuki O'nun da bir iradesi ve aklı mevcut idi ve Allah bunları O'na boş yere vermemişti.

Rasullullah'ın Uhud savaşma çıkarken "Medine içinde mi kalalım, dışanya mı çıkalım?" şekilli bir istişaresi dahi tek başına, vahyi gayri metlüvü olumsuzlayan bir örnektir. Rabbinden bir vahiy alsaydı ashabı ile neyi tartışacaktı ki?

Eşi Hz. Aişe'ye yapılan iftira (ifk) hadisesinde de aynı Peygamber'in, izdıraplı bir otuz gün beklemek zorunda kaldığını görüyoruz. En sonunda gelen bir vahyi metlüv ile (24/11-12) bu çirkin iftira herkesin gözünde aydınlanmıştı. Bu örnekleri çoğaltmamız mümkündür.

Vahyi Gayri Metlüve Örnek Olarak Gösterilen Hadiseler

Tahrim olayı, kıblenin tahvili ve Rasulullah'ın Hz. Zeyneb'le evlenmesi gibi olaylar, yanlış yorumlar neticesinde vahyi gayri metlüv için örnek olarak gösterilmektedir.

Örneğin tahrim olayına baktığımızda görüyoruz ki, ilgili ayetteki (66/3) "Allah, (Peygamberi) o sırra vakıf kıldı" anlamındaki metin, "gizli bir vahiyle bildirdi" şeklinde anlaşılmak istenmektedir. Halbuki durum şöyledir:

Rasulullah (a.s.) bir hanımına bir sır veriyor. O hanımı, söz verdiği halde bu sırrı başka birine ifşa ediyor. Hz. Peygamber ise eşinin, sırrı tutamayıp yaydığını duyuyor. Muhtemelen bir ikinci eşi bu bilgiyi getiriyor. Rasulullah da birinci eşinin ayıbını yüzüne vuruyor; niçin sırrı ifşa ettiğini sorguluyor. Eşi ise, suçu açığa çıkan kişinin haleti ruhiyesi ile paniğe kapılıyor ve "bunu sana kim söyledi?" şeklinde sormak zorunda kalıyor. Rasulullah da o anda. verilebilecek en münasip cevabı veriyor:

"Alîm ve habîr olan (Allah) haber verdi" Rasulullah orada, kendisine bu haberi getiren ikinci eşinin adını verse onu zor durumda bırakırdı, ahlaki açıdan da doğru olmazdı. Böylesi ifadeleri bizler de çok sık kullanmaktayız. Çok zor durumda kalan bir insan, bir yardım eden bulduğu zaman "Rabbim verdi" der.

Nitekim aynı örneği Hz. Meryem'in, kendisine gelen rızıkları, "o Allah indindendir" diye adlandırmasında (3/ 37) buluyoruz. Meryem, kendine gelen rızkı, Allah'ın bir lütfü ve ihsanı olarak anmakta, rızkı getiren insanların adlarını saymamaktadır.

Kıblenin tahvilinde ise, ilk kıblenin gizli bir vahiyle tesbit edildiği iddia edilmektedir. Sayın Said Çekmegil Beyefendi de aynı kanaati benimsiyor olmalı ki. kitabında konuyla ilgili ayetleri vahyi gayri metlüvün isbatı sadedinde referans göstermiştir (12). Oysa ki, ilk kıblenin vahiyle belirlendiğine dair bir bilgi yoktur (13). Kabe'nin kıble yapılması ise 2/142-144 ayetleriyle sabittir. Zaten 144. ayette Rasulullah'ın, Kabe'nin kıble olmasını arzu etmekte olduğu bildirilmektedir. Bunu ayetteki "Biz senin yüzünü göğe doğru çevirmekte olduğunu görüyoruz..." ifadesinden anlıyoruz. Bu ifade O'nun, Rabbinden bu doğrultuda bir emir beklediğini' gösterir. Şu halde kıblenin değiştirilmesi vahyi hafî ile değil, vahyi celî (Kur'an) ile gerçekleşmiştir.
Hz. Peygamber'in Zeyneb (r.a.)ı nikahlaması ise 33/37. ayette bildirilmektedir. Nikahın önceden gizli bir vahiyle yapıldığına inandıracak herhangi bir bilgiye sahip değiliz.

Haşr suresi 5. ayetinde anlatılan (Nadiroğullarının hurmalarının kesilmesi olayı) Hz. Peygamber ve müslümanlar tarafından gerçekleştirilmiş fakat Allahu Teala, bu olayı haklı bulmuş, kendi rızasına aykırı bulmamış, tabir caizse olaya sahiplenmiştir.

Kudsi Hadis

Bu konuda son olarak kudsi hadis terimine de kısaca değinmemiz gerekmektedir.

Genel tarife göre, manası Allah Teala'ya, lafzı Hz. Peygamber'e ait olan ve "Rasulullah'ın Rabbinden rivayet ettiği hadiste..." gibi sened kaydıyla rivayet edilen sözlere hadis-i kudsî veya ilahi ve Rabbani hadis denmektedir (14).

Aslında kudsi hadisler konusu dikkatlice incelenirse, bunların bir kısmının Kur'an'daki ayetlerin meali olduğu görülür. Diğer bazıları da, ya Kitab'ı mukaddesten uyarlanmış sözler, yahut da, sufilerin vahdet-i vücut felsefelerine kaynaklık eden uydurmalar olduğu zanni galibi hasıl olmaktadır.

Nitekim, "Ben gizli bir hazine idim, bilinmiyordum, bilinmek istedim..." kudsî hadisi (!) de bunun en açık örneğidir. Ulema bu hadisin aslının olmadığını ortaya koymuştur (15).

Allah Rasulü'nün, ashabına, mescidindeki hurma kütüğü üzerinden hitap ederek onlara dini anlatırken, "Rabbim şöyle şöyle buyurdu...", "Rabbim diyor ki..." gibi ifadelerle söze başlaması, bu minvalde onlara Kur'an'ın yorumunu yapması gayet doğal bir durum diye düşünüyoruz. Fakat belli ki, zaman içerisinde bu anlatım biçimi kudsi hadis diye bir kavrama dönüştürülmüş durumdadır.

Kudsi hadis denen vahyin neden Kur'an'a alınmadığı. "zikir" adı altında Kuranla özdeş tutulan kudsi ve diğer hadislerin neden Allah'ın koruma vadinde bulunduğu vahiy kapsamına alınmadığı, cevap bekleyen sorulardır. Nasıl olur da Allah Rasulü, kendisine gelen vahiy sözlerini normal bir şeymiş gibi geçiştirir, bunların Allah'dan gelen özel haberler (vahiy) olduğunu vurgulamaz? Bunun yanında kendi sözlerini (hadisleri) yazmaktan sahabeyi menetmekte idi. En azından kudsi hadislerin yazımı için çok özel bir itina göstermesi gerekmez miydi? Oysa, Hz. Peygamber'den yüz sene sonra derlenmeye başlayan hadislerin zayıfı, sahihi, uydurması, kudsisi hepsi birbirine karışmış, eldeki hadis kitaplarındaki hadisler tamamen, hadis ulemasının kendi geliştirdikleri kriterlere göre sağlamlık-zayıflık tasnifine tabi tutulmuşlardır. Bu hadis külliyatından kudsi olanını, olmayanını ayırmak hemen hemen imkansız bir durumdadır. Belki de son çare olarak bütün hadisler "kudsî" kabul edilmek icab edecektir!

Sonuç olarak, adeta Kur'an'dan başka bir kitabı çağrıştıracak "vahyi gayri metlüv" tezi sağlam bir delile dayanmamaktadır. "Vahyi gayri metlüv yoktur sözünün ilmi bir dayanağı olmadığını" ileri süren müslümanlara, en büyük kanıt olarak Kur'an'ı işaret ediyoruz. Kur'an çerçevesinde bu konuyu tartışmaya açık olduğumuzu duyurmak istiyoruz. Öyle İmam Şafi'nin dediği gibi "dininden, aklından, ilminden razı olduğumuz" ama kimliğini bile bilmediğimiz kişilerin sözlerine istinad ederek, Kuranla çelişen bir görüş ortaya koymanın ilmî tarafı olmadığı kanaatindeyiz.

Kudsi hadisler meselesi tabir caizse islam kültürünün yumuşak karnı kılınmış, isteyen, istediği bozuk akideyi saf islam akidesine sokuşturmak için bu kanalı kullanmıştır. Kur'an elbette bütün hurafeleri silip süpürücü özelliktedir. Önemli olan ona ram olmaktır.

Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, kullarım hidayete erdirendir.

 

Mehmet Durmuş


NOTLAR:

1- İmam Şafi. el-Ümm, Darül Maarif, Beyrut, C.5, s. 128.
2- a.g.e..s. 127.
3- Said Çekmegil, Kur'an'a Muhatap Olmak, ist-1996, s. 136.
4- İbn Cerir et-Taberi, Camiul Beyan, Mısır-1954. C.24, s.42.
5- Fahreddin er-Razi, Mefatihul Gayb. C.7, s.728-729.
6- Razi. 7/729.
7- Abdurrahman ibnul Cevzi, Zadul Mesir fi llmit-Tefsir. 1987, C.8, s.63. '
8- Prof. Dr. Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, C.9, s. 101-104,
9- Mecmuatun Minet Tefasir, C.3, s.550.
10-aynı yer.
11-aynı yer.
12-Çekmegil. s. 138.
13-Doç. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu. İslam Düşüncesinde Sünnet-Yeni Bir Yaklaşım, Ank-1993, s.263.
14-Subhi Salih. Hadis İlimleri ve Istılahları, Ank-1973, s.8-9.
15-el-Aclunî. Keşful Hafa. 1352 (H.) Beyrut, C.2. s.132.

 
  Bugün toplam 8 ziyaretçimiz var  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden