ANASAYFA

TASAVVUF

PORTRELER

ZİYARETCİLER

NAMAZ

ÖNCÜLER

EFENDİMİZ

MAKALELER

KADIN -AİLE

KUR`AN ve BİZ


   
  Kuran ve Biz - www.kuranvebiz.com
  Gayri metluv vahiy 1
 

GAYRİ METLUV VAHİY  

 

Muhterem M. Said Çekmegil Beyefendi, dergimizin Ekim - 1996 sayısında benim, vahyi gayri metlüv ile ilgili kanaatime katılmadığım ortaya koyan itirazî bir yazı lutfetmişlerdi. öncelikle üstadın, görüşlerine katılmasak da, yazısındaki nazik ve seviyeli üslöbundan dolayı teşekkür etmek istiyorum. Ve bu üslubun, bütün ilmî tartışma taraftarlarınca örnek ittihaz edilmesini temenni ediyorum.

Öyle anlaşılıyor ki, sayın Çekmeğin kendi deyişiyle, yoğun çalışmaları arasında, kendisini böyle bir yazı yazmaya iten sebep, bizim, vahyi gayri metlüvle ilgili "tamamen asılsız bir varsayım" şeklindeki ifademiz olmuş. Eğer, "katılmıyorum" deseydi bir şey denmeyebilîrdi" diyor sayın Çekmegil.

Biz, Allah Rasulü'ne Kur'an'dan başka bir vahiy daha geldiği inancına, "asılsız bir varsayım" demekle zaten kendi kanaatimizi izhar etmiş oluyoruz. Yani amacımız zaten katılmadığımızı belirtmektir. Yoksa hiç kim-seye düşüncelerimizi dayatmak gibi bir niyetimiz hiç olmamıştır. Bu iddia sonuçta bize aittir, kimse paylaşmak zorunda değildir. Kaldı ki, her cümlemizin basma "benim kanaatime göre...", "görüşüm odur ki" gibi bir şerh eklememiz gerekmez kanısındayım.

Diğer taraftan, sayın Çekmegil'in ileri sürdüğü gibi, böyle bir kanaate, ilmî hiçbir etüd yapmadan ansızın ulaşmış olmadığımız gibi, - zaten bu sadece bizim kanaatimiz de değildir - "kardeşlerimize yerli yersiz yüklenme" gibi bir niyetimiz de hiç olmamıştır. Amacımız, dinimiz islam'ın doğru anlaşılması uğrunda vüs'atimiz oranında hizmetkar olmaktan başka birşey değildir. Kaldı ki muhterem Çekmegil'in kendisi de, yazdığı birçok kitapla birçok insanı gücendirmiş (!), kendisinin mezhepsizlik, sünnet inkarcılığı gibi ithamlarla suçlanmasına neden olmuştu! Oysa biz biliyorduk ki, onun amacı böyle değildi, kardeşlerine yüklenmeyi de amaçlamıyordu.

Biz bu yazıda vahyi gayri metlüvün varlığına delil olarak sunulan bazı öncülleri tartışıp, bunların algılanışındaki yanılgıya dikkat çekmeye çalışacağız. Bunun için ilk önce, vahyi gayri metlüvden ne anlaşıldığım ortaya koymaya gayret edeceğiz, arkasından, Necm suresi/ 3. ayetinin ne anlama geldiği üzerinde duracağız.

Vahyi Gayri Metlüv Nedir?

"Vahyi gayri metlüv" kavramını kabul edenler genelde vahyi iki kısma ayırmaktadırlar.

1) Vahyi metlüv: Tilavet edilen, okunan, yani Allah'dan Hz. Peygamber'e inzal edilen vahiy. Ki bunun Kur'an'dan başka bir şey olmadığı açıktır. Buna "vahyi celî" (açık, zahir vahiy) adını da vermişlerdir.

2) Vahyi gayri metlüv: Tilavet edilmeyen, okunmayan vahiy. Buna da vahyi hafî (gizli vahiy) demişlerdir. Bu durumda vahyi hafî ya da gayri metlüv, Kur'an olmamaktadır. Mesela kudsî hadis denen bir tür hadis (?) vahyi gayri metlüv cinsinden kabul edilmiştir.

Vahyi gayri metlüv derken kastedilen şey şudur:

Allah, Rasulü Hz. Muhammed'e Kur'an'ın dışında ikinci bir vahiy daha gönderiyordu ve O'na bazı haberleri bildiriyor, bazı sırları ifşa ediyor veya birtakım işleri şöyle şöyle yapmasını emrediyordu. Bu anlamda Rasulullah'ın, bu tür vahye istinaden söylemiş olduğu sözlere kudsî hadis dendiği gibi, işlediği fiiller de vahye müstenid olmuş oluyordu. Kısacası, kimine göre Rasullullah'ın bütün hayatı, kimine göre sadece dinî alandaki işleri vahye müsteniddir.

Sayın Çekmegil, "Rasulullah'ın söylediği her söz, yaptığı her iş vahye müsteniddir" görüşüne de; Kur'an dışı vahiy yoktur diyenlere de katılmamakta, ikisinin ortasında bir yol tutmaktadır.

Vahyi gayri metlüv mefhumu, öyle zannediyorum ki İmam Safî île birlikte güncelleşmiştir. Safî, sünnetin vahiy ürünü olduğuna inanmaktadır. O şöyle diyor:

"Ben, dininden, aklından ve ilminden razı olduğum birini işittim. Diyordu ki, (Rasulullah), mül'ane isteyen karı-koca ve benzeri konularda ancak Allahu Teala'nın emri île hüküm verdi. Allah O'na iki şekilde vahyetmiş olabilir: Birincisi, O'na indirilen ve insanlara okuduğu vahiydir, ikincisi ise, Allahu Teala'nın O'na şöyle şöyle yap diye emretmiş olduğu elçiliktir." (1)

Safî, bu görüşte olanların delilinin muhtemelen Nisa suresi 113. ayeti olduğunu zikreder. Daha sonra, Rasul'ün sünnetinin, Allah'ın, hikmetten O'na ilham ettikleri olabileceği üzerinde durur.

Bu anlayışın gereği olarak imam Safi, Rasulullah'ın haram kıldığı bir şeyin de Allah'ın izniyle kıyamete kadar haram olduğunu kabul eder(2) . Zira ona göre sünnet de sonuçta vahiydir.

İşin doğrusu biz vahyi gayri metlüv adı altında Allah Rasulü Hz. Muhammed'e (sav) Kur'an dışında bir başka vahiy geldiğine inanmıyoruz. Akşını iddia edenlerin bunu kanıtlamalarının mümkün olmadığı görüşünü taşıyoruz. Yalnız "Kur'an dışı vahiy" derken, arıya vahyedilmesi gibi Kur'anî hikmetlerin konumuzla doğrudan alakası olmadığım düşünüyoruz. Zira tartıştığımız sorun, arının fıtrat kodlarıyla alakalı bir vahiy değildir.

Şimdi, sadece Said Çekmegil Hoca'nın değil, daha başkalarının da yanlış algıladıklarına inandığımız, hatta kimilerinin ayeti tamamen mecraından saptırdığını düşündüğümüz Necm suresinin 3-4. ayetlerinin anlamı üzerinde duracağız. Böylece vahyi gayri metlüv'ün mukni kanıtı sanılan ayeti celilenin öyle olup olmadığım anlama imkanım elde etmiş olacağız.

Rasulün Okuduğu Şey, Vahyedilen Kur'an'dan Başka Birşey Değildir

Kur'an-ı Mübin'den anladığımıza göre Mekke putperestleri Hz. Muhammed'in "şair" (21/5; 37/36; 52/30; 69/ 41), "mecnun" (15/6; 68/51), "öğretilmiş mecnun" (44/ 14) ve "kahin" (52/29) olduğunu düşünüyorlardı. Allahu Teala değişik biçimlerde onların bu saçma yakıştırmalarına cevap veriyordu. Muhammed'e gelen ilmin şiir olmadığı, buna gerek de olmadığı gibi (36/69), kendisinin de bir şair, mecnun ve kahin olmadığını hatırlatıyordu (69/41-42; 68/2; 52/29).


Necm suresinin ilk ayetlerinde anlatılmak istenen de müşriklerin aynı saçma ve kindar iddialarına karşı bir cevaptan başka birşey değildir. Yani, Mekke putperestlerinin "Muhammed cinlendi, ona şiir öğretiliyor, o bir kahindir" gibi ithamlannın doğru olmadığı üzerinde durularak. O'nun kendi heva ve hevesiyle, kendi kalından birtakım şiirsel düzmeceleri, vahiydir diye arzetmediğini bildiriyor. O'nun Kur'an diye okuduğu şey doğrudan doğruya vahiydir. Biz ilk dört ayetin yorumunu şöyle anlıyoruz:

"İndiği/battığı zaman andolsun o yıldıza ki, arkadaşınız, yani içinizden biri olan, kendisini çok iyi tanıdığınız, kırk yıldır beraber yaşadığınız ve kendine 'emîn' lakabını verecek kadar güvendiğiniz tanıdığınız Muhammed, kendisini daha önceden nasıl bilir idiyseniz hala öyledir! O, kendine vahiy geldi diye sapmış, azmış, ne dediğini bilmeyen, (haşa) saçmalayan birisi değildir. O, kendi hevasından, kendi arzularıyla, kendi kuruntularıyla konuşmuyor. O'nun size okuduğu ayetler, kendi yakıştırdığı sözler olmayıp Rabbi tarafından O'na inzal edilen vahiydir. Size okuduğu o ayetler Allah'ın kelamıdır, Kur'an'dır!".

Necm suresinin ilk inen surelerden olduğunu gözönünde tutarsak; putperestlerin, o güne kadar çok iyi tanıdıkları, kendisiyle bir alıp veremedikleri olmayan Muhammed (sav)'e, vahyin inzal süreciyle eş zamanlı olarak "mecnun", "şair" ve "kahin" dedikleri bir ortamda bu ayetlerle sözümona. "Muhammed vahiy dışı konuşmaz, söylediği her söz, yaptığı her iş vahye müsteniddir" anlamının kastedilmiş olmasının bir manası olamaz ama; "O size ayetleri hevasından söylemiyor, o Kur'an vahyedilmiş bir vahiydir" anlamını çok ama çok büyük bir manası olmalıdır! Zira bu anlam, fiilen mevcut bir tartışmaya cevap oluşturmaktadır.
Her ne kadar üstad Çekmegil. "doğru bulduğumuz görüşlerimize katılan ilim adamları, Necm suresinin 3. beyyinesine dayanarak muknî izahlar getiriyorlar" diyorsa da (3) biz de aynı ayetin tefsiri için baktığımızda bazı müfeskirierin bizim anladığımız manada muknî izahlar yaptıklarım görüyoruz.

Örneğin müfessir Taberî şöyle diyor: "Allahu Teala diyor ki, Muhammed bu Kur'an'ı hevasından konuşmuyor (yani o ancak vahyedilen bir vahiydir). Bu Kur'an diyor. Allah'ın kendisinden O'na vahyettiği bir vahiyden başkası değildir" (4).

Fahreddin Razi de ayetle ilgili çok geniş izahlar yapmakta ve tercihini şu yorumuyla bizim kastettiğimiz yönde kullanmaktadır: "Zira o, (Allah) Teala'nın sözüdür. Sanki Allahu Teala şöyle söylüyor: O Kur'an Muhammed'in kelamı, Muhammed'in nutku değil, o ancak bir vahiydir... O cinlenmedi, O'na cin dokunmadı, O bir kahin de değildir, "ve ma ğava": Yani O'nunla azgınlık (ğavayet) arasında bir alaka yoktur. O şair de değildir. Zira şairlere ancak azgınlar uyarlar. Bu durumda ayet müşriklerin, 'onun sözü kahinin sözüdür, şairin sözüdür' tezlerini reddetmek için inmiş olur" (5).

Razi, bazı müfessirlerin peygamberin bütün sözlerini vahye dayalı olarak konuşmuş olduğu kanaatlerine bu ayette delil bulunmadığını da vurgulamaktadır. Zaten böyle bir iddianın Peygamber'in içtihat etmediği anlamına geleceğine, halbuki vakıanın bunun tam tersi istikamette olduğuna dikkat çekmektedir. Buna da tahrim olayı gibi bazı ictihadi kararlarını örnek vermektedir (6).

Abdurrahman ibnül Cevzi de tefsirinde, Peygamber'in hevasından konuşmadığı şeyin Kur'an olduğunu belirtmiştir (7). Kadı Beyzavî, Hazin ve Zemahşerî gibi müfessirler de burada sözkonusu edilenin Kur'an vahyi olması gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Günümüz müfessirlerinden Prof. Dr. Süleyman Ateş de ayeti böyle anlayanlardandır (8).

Vahyi Gayri Metlüvü Mümkün Kılmayan Bazı Deliller

I- Allah, Kitabında "Zikr'i biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz" (15/9) buyurmuştur. Ayette kastedilen "ez-Zikr"in Kur'an olduğu açıktır. Allah, kitabını koruma taahhüdünde bulunmuştur. Bunun dışında, koruma vadinde bulunduğu bir başka kaynak görmüyoruz. Sayın Çekmegil kitabında, Kadı Beyzavî'nin ayetteki "ez-Zikr"in Kitap ve sünnet olduğu şeklindeki görüşüne yer vermişse de, sanıyorum burada bir yanlışlık var. Zira Beyzavî, 15/9. ayetin tefsirinde "zikrin Kur'an olduğu görüşünü işlemektedir (9). Hatta Hazin, İbni Abbas ve Nesefî tefsirlerinde de "zikr"in Kur'an olduğu açıklanmaktadır (10) Hazin ve Beyzavî, Allah'ın zikr'i tahrifden, ilave ve eksiltmeden, tağyir ve tebdilden korumayı vadettiği izahını getirmektedirler (11).

Kur'an'ın korunduğu ve nazım/metin itibariyle (müslümanların yorumları haricinde) noksansız olarak günümüze kadar geldiği açıktır. Oysa Kur'an'ın dışında korunmuş bir kaynak bilmiyoruz. Rasulullah'ın, kendi döneminde, sözlerini yazmaktan menettiği bilinmektedir. Ve bilinen kesin bir gerçek olarak, Rasulullah'ın sözleri tahrif, tağyir, tebdil edilmiş, zaten bu haliyle de O'nun hayatından yüzyıl sonra derlenmeye başlanmıştır. Bu tablonun içine "kudsî hadisler" denen sözde ilahî hadisler de dahildir!

Eğer Rasulullah'a vahiy hafî gelmiş olsaydı, bunları yazdırmamakla, korunmasını düşünmemekle Rasulullah'a, görevini ihmal etme zaafiyeti isnat edilebilirdi. Halbuki Allah risaletinden herhangi bir şeyi gizlemesi, duyurmaması halinde Allah'ın elçiliğini yapmamış olacağını duyurmaktadır (5/67). Allah'a karşı herhangi bir şey uydurması halinde ise Peygamberin can damarını koparırdık şeklindeki ilahi tehdidi ile Hz. Peygamber'in nasıl bir vazife ile tavzif edildiğine dikkat çekilmektedir (69/44-46).

Ezcümle, Hz. Peygamber'in söz ve fiîllerinin vahiy ürünü olduğunu söyleyip de bunların aynı zamanda korunmamış olduğunu düşünmek, vahyin korunmamış olduğunu söyleme anlamına gelir. Bu ise doğru değildir.

Allahu Teala Peygamberine "Sana ağır bir söz vahyedeceğiz" (73/5), "...Seni gönderdik ki sana vahyettiğimizi onlara okuyasın" (11/30) buyuruyor, İsra/88, 89. Şura/7, Bakara/2 gibi ayetlerde Kur'an'ın ne için gönderildiği ve Kur'an'ın önemi vurgulanmaktadır. Bu ayetlerdeki vurgudan, Peygamber'e vahyedilen şeyin yalnız Kur'an olduğunu anlamak mümkündür. Kur'an'ın nüzulü döneminde de inanan Kur'an'a inanmakta, reddeden Kur'an'ı reddetmektedir. Hz. Peygamberle Mekkelilerin arasını açan Kur'an'dı (10/16).

II- Allah'ın Elçisi Hz. Muhammed aynı zamanda bir kul idi. O da bir beşerdi ve ancak kendisine vahyolunan Kur'an'a tabi olmaktaydı. Bu gerçek 6/50. ayette çok net bir biçimde ifade edilmektedir. Ayrıca bir başka ayette, müşriklerin Hz. Peygamber'e "Ya bu Kur'an'dan başka bir Kur'an getir, ya da bunu değiştir" dediklerine yer verilir. O ise bunun mümkün olmadığını, zira ancak kendisine vahyolunana uyacağını söyleyerek cevap vermektedir (10/15).

Bir beşer olarak Peygamber (sav) de elbette kendi re'yi ile karar verme hürriyetine sahipti. O da içtihat yapardı. Kur'an'ı doğru bir biçimde hayata aktarıyordu. Kur'an zaten anlaşılır bir kitaptı. Hele de Elçi o kitabı anlamazsa kim anlayacaktı ki?! Bununla beraber, savaş, barış, esirler, ganimet, evlilik hayatı, miras gibi konularda içtihat etmesi, ashabı ile istişare etmesi gereken konular elbette olacaktı. Bu şahsi kararlarında yanıldığı an Allah O'nu düzeltiyordu. Bu anlamda Hz. Peygamber sürekli Allah'ın kontrolü altındaydı. Yani O'nun sünneti Allah'ın takririnden, onayından geçmekteydi.


                                                          
                                                               DEVAM I >>>



 
  Bugün toplam 8 ziyaretçimiz var  
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden